15 Nisan 2016 Cuma

Ruh Teri

Yorulduğunu hissedeli çok olmuştu oysa. Bununla başa çıkmayı, etrafa çaktırmadan halletmeyi öğrenmişti. Sabah kalkar soğuk bir duş alır, sadece kendisine enerji veren ve etraf tarafından beğenilmeyen saçma şarkılarını dinler, ardından makyajsız ve sıradan yüzüne aynada bakarken “sen güçlüsün” derdi. Kocaman ve sahteliğini yalnızca kendisinin bildiği gülümsemesini yüzüne yerleştirir çıkardı yola. Hava güzelse mutlaka yürürdü. Sımsıkı sarılırdı dostlarına, kemiklerini kırarcasına, aylar sonra sarılmışçasına sarılırdı, aslında her gün gördüğü canyarılarına. Önceleri gözünün içine güneş kaçmış gibi gülerdi, öncelerini unutmuş dostlarını ve biraz da kendini tatmin etmek için içten gülümsemeye çalışarak konuşurdu. Daha az önemser olmuştu her şeyi. Eskiden olsa günlerce içine dert edeceği çok şeyi bi “siktiret” kelimesine sığdırmıştı. Şen kahkahalar atmayı hep sevmişti kadın, ama sonraları attığı şen kahkahaların çoğu hissettiğinden değil alışkanlıktandı. Buna da alışmıştı. Bütün gün insanlara salça olur, kafalarını ısırarak severdi. Tuhaf sevme biçimleri vardı, inkar etmezdi kadın. Olağan sevme biçimlerinin suyunu çıkardığı için kendine özgü yöntemler bulmuştu. Belki de tek keyif aldığı şey buydu, tuhaf sevmek. Böyle geçip giderdi günler, akşama doğru pili biterdi, “ günün yorgunluğu” der geçiştirirdi, ruhunun yorgunluğunu. Tüm bu kurmaca bitip yastığa başını koymazdan önce sabah kendine güçlü olduğunu söylediği aynanın karşısına geçip “bugünü de atlattık” derdi. Yastığa başını koyduğunda beyninin sızısını kontrol altına almaya çalışmaktan bir daha yorulurdu. Bazı zamanlar yastığı gözyaşları ile ıslanırdı, gözyaşlarını ruhunun teri olarak tanımlar kendine dert etmezdi. Sonraları, ağlayamadığı zamanlar geldiğinde ruhunun terini özleyeceği günler olacaktı.

Günler bu şekilde geçip gitti. Ne kadar böyle devam ettiğini kendisi de hesaplayamadı, zaman ondan kendini çalmaya başlamıştı ve kadın bunu fark ettiğinde, yarımdan da küçüktü. Tek başınaydı, her zaman olduğu kadar tek başınaydı aslında ama eskiden yarımdı, şimdi ise yarımdan da küçük. Ruhu küçüldükçe pil ömrü azaldı. Eskiden enerji bulduğu saçma şarkıları onlarca kez dinlese de yetmiyordu. Günün en saçma saatinde pili bitiyor, kimseler anlamasın diye kendine kaçıyordu. Eskiden konuşmaktan ağrıyan çenesi artık ruhunun terini tutmak için sıktığı dişleri yüzünden ağrıyordu. Eskisi kadar iyi rol yapamıyordu kadın ve küçülmüş ruhunu henüz tanımadığı için pilinin bitiş zamanını hesaplayamıyordu. Önceleri etrafa karşı verdiği savaşa şimdi bir de kendine karşı verdiği savaş eklenmişti. Her an sönen gülüşü, yarım kalan kahkahaları, ansızın kesilen sesi… Kendisiyle yaşamak da yorar olmuştu kadını. Sustukça susuyor ve susmanın en kötü alışkanlık olduğunu bile bile bu kötü alışkanlığa bağlanıyordu. Tek değişmeyen huyu tuhaf sevme biçimiydi. Bir de “siktiret” demeleri.

Dişlerini sıka sıka tuttuğu ruhunun teri de terk etmişti onu. En fazla gözü doluyor onu da serçe parmaklarını göz pınarlarına bastırarak hallediyordu. Çocukken öğrenmişti serçe parmaklarını göz pınarlarına bastırmayı, küçükken öğrendiği en değerli şeyin bu olduğuna karar verdi. Küçükken de sevmezdi, ruhunun terini herkesin görebileceği yerlerde akıtmayı. Bu yüzden öğrenmişti bu küçük ama etkili taktiği.

Zaman akıp giderken kendisini akıntıda aşınan ve aşındıkça azalan bir kaya gibi hissetmeye başladı. Akıntı yumuşak olan herşeyi alıp götürürken, en sert kısımlarını ona bırakıyordu. Kaya gibi sert olmak güzeldi ama zarar vericiydi. Hem kendisine, hem de o kaburgalarını kırarcasına sarıldığı dostlarına.


Ne yapacağını bilmez, küçülen ruhuna yabancı, halinden şikayetçi ama eylemsizdi. Bu ne kadar böyle devam edecek bilmeden koydu başını yastığa. Ruhunun terini dilendi Allah’dan. Bildiği tüm duaları ruhunun teri için okuduktan sonra ancak gözleri doldu. Bugünü de atlatmıştı ama yarın? Bunları düşünürken uykuya daldı. O an hayatında en huzur bulduğu şey, açık balkon kapısından içeri süzülen ve ruhunu okşayan rüzgardı. 

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

İyi Ki O Kuyuya İndim

Epey oldu yazmayalı. Hayatın akış hızı ışık hızını zorlayınca kalemim yetişemedi. Biçare bense mecburen akışa bıraktım kendimi. Mütevazi hay...