“Çok şükür aklımız başımızda.” Dedi annem gayr-ı ihtiyari.
Annem için bu bir şükür sebebiydi. Öyle olunca “benimki kaçtı annecim”
diyemedim. Uzun ince bir yola, bekle dedi gitti ben beklemedim o da gelmedi,
diyemedim. Deseydim eğer, beklemediysen gelmediğini bilemezsin, derdi annem. Ah
be annecim öyle olsa şiir olur muydu hiç? Şiir olsun diye değil elbet, bekle
deyip giden aklım olunca, beklemeyi düşünecek bir aklım kalmadı. Nasıl
bekleseydim?
Mesela karlı kış geceleri sadece mevsim kış olunca
yaşanmıyor buralarda. Benim içim hep üşüyor, aklımın kapladığı alan boşalınca
fırtınalar koptu o boşluklarda. İçime kar yağdı, içimde envai çeşit doğa olayı
gerçekleşti. Kuzey ışıklarını bile gördüm ben, içimde oldu hepsi. İçimi bir
görsen, panayır yeri. Bir yanda mutlu güzel lunapark oyuncakları, öteki tarafta
5 liraya satılan fabrika hatası dolu kıyafetler. İçim Zarifoğlu’nun dediği gibi
“hep bir hoşça kal ülkesi”.
Peki annecim seni korkutmak istemem. Sana hiç kuzey
ışıklarından bahsetmedim, çünkü seninle belgesel izlemeyi sen aslanların yediği
zebrayı rüyanda gördüğünde bıraktık. Belki bir gün sana resmini çizerim. Bizim oralarda
panayır güzel şey, sen hep güzel bil. Kızını da hep aklı selim küçük kızın
olarak hatırla. İnsan hatırlandığı kadar ve hatırlandığı şekilde yaşarmış,
yalvarırım gözünde hep küçük kızın olarak kalayım. Bir de son olarak annecim; “
Dünya mavidir, tıpkı portakallar gibi..”.
Belki de bazılarımız aklı başında değilken akıllı, aklı başında değilken güzeldir...
YanıtlaSilAldığım en güzel iltifat :)
Sil