Ellerimde bir portakal kokusu var, oysa aylardan ağustos ve
kime sorsanız ben portakal sevmem. Ellerimde bir portakal kokusu, ne kadar
yıkasam da çıkmaz. Anneme koklatıyorum almıyor kokuyu, Tanrım eminim ellerim
portakal kokuyor! Halbuki Allah şahidim
olsun portakal yemedim. Zaten aylardan ağustos ve ben portakal sevmem.
Sırtımda bir kambur var, kimse görmüyor. Tıp biliminin henüz
haberi yok ama benimki “iç kamburu”. Böyle zamanla ruhunuz kamburlaşıyor.
İçiniz ağırlaştıkça beli bükülüyor ruhunuzun. En kısa zamanda iyi bir tabip
bulup ona denek olacağım. Dünya tıp tarihine geçeceğiz birlikte. Ruhu kambur
ilk insan değilimdir belki ama dile getiren ilk insan olacağım. Ve hatta işi
ilerletip “Kambur Ruhlar Kulübü” kuracağım. Bizi fark etmek zorundasınız.
Aklımda bir sökük var, dikiş tutmuyor. Ne çok denedim
dikmeyi bir bilseniz. Her türlü iğne iplik kullandım. Çapraz diktim, düz
diktim, en ince iğnelere en ince iplikleri geçirdim fayda etmedi. Çok soğuk bir
mart gecesinde İzmir’e olağanüstü bir mavi kar yağarken söküldü aklım. Sonra
hiç dikiş tutmadı. İki yakası bir araya gelmeyen duydum da, aklının iki ucu bir
araya gelmeyen var mıdır benden başka. Umuyorum yoktur çünkü severim ender
acıların kahramanı olmayı.
Kirpiklerimin ucunda perdeler var. Gözüm açıkken görmeyişim
bu yüzden. Tüy kadar hafif ve dışardan görünmeyen çiçekli perdeler. Bakıp
görmeyişlerim, tepkisiz gülüşlerim bu yüzden. Gözlerimin içinde bir çift güneş
var, göremezsiniz. Ah bir görseniz, perdelerimi indirirsiniz. Bu yüzden asla
görmeyeceksiniz.
İçimde silinmeye yüz tutmuş Didem Madak satırları;
“Gözyaşlarım bitse tespih tanelerim vardı, tespih tanelerim bitse gözyaşlarım… Saydım,
insanın doksan dokuz tane yalnızlığı vardı…”.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder