Sen bir duraktaydın sevgilim. Üstelik
henüz hangi otobüse bineceğine karar veremediğin için haddinden fazla uzun
zamandır o duraktaydın. Bense senin sol cebinde duran sigara paketinin içinde
ters çevirip 'dilek sigarası' yaptığın sigaraydım. Öyle içinden söylemiştin ki
dileğini, ben bile duymamıştım. Sen o durakta öyle uzun bekledin ki, tüm
sigaraların bitti ve nihai son geldi. Belki de ve muhakkak içinden dileğini
tekrarlayıp aldın beni parmaklarının arasına. Öyle inceydi ki ellerin, kendi
ellerimden utandım. İki dudağının arasına yerleştirdin beni ve son kibritinle
ateşledin. Öyle derinden çektin ki nefesini, yanmamam imkansızdı. Yandım
sevgilim, başka seçeneğim var mıydı? Sen dumanımı o kıvrak çenenle daireler
halinde savururken ben bitiyordum, fark etmedin. Sonra bişey oldu, halimizden
hiç de şikayetçi değildik oysa ki. Ateşim dudağını yakmış olacak ki, yada ben
öyle sandım, ani bir hareketle beni kaldırıma fırlatıp üstüme bastın. Yarım
kaldım sevgilim, daha ateşim izamrite dayanmamıştı. İlk gelen otobüse atlayıp
gittin. Yapma dedim sana, gitme dedim. Duymadın, hiç dinlemedin. Ben o durakta
onlarca yarım kalmış sigaradan biriydim. Üstüme kaç ayak daha bastı, ama sana
yemin olsun hiçbiri seninki kadar yakmadı canımı. Sonra üstüme yağmurlar yağdı,
köpekler işedi. Birkaç temizlik görevlisi geldi, süpürmeye çalıştı beni.
Kaldırım taşlarının arasına sıkıştırıp kendimi, seni beklemeye direndim. Ben
iyice ezilip büzüldüm, öyle çok bekledim ki, neyi beklediğimi unuttum. Ama seni
unutmadım sevgilim. İncecik parmaklarını, nefesini hiç unutmadım. Sonra karlı
bir İzmir gecesinde, ki bu çok nadir gecelerdendir, sen geldin. Saklandığım ve
artık çöpçülerin bile umursamadığı yerimden çekip aldın beni. Değişmiştin,
ellerin büyümüştü sanki. Önce uzun uzun baktın bana. Sonra tozumu üfleyip
tekrar yakmak istedin. Fakat sevgilim, ne senin nefesin eski kuvvetindeydi, ne
de ben eski gücümdeydim. Kızma bana sevgilim, sen yokken çok eskitti bu şehir
beni. Kolay olmadı o durakta öylece seni beklemek. Dedim ya, köpekler bile
üstüme işedi. Sana gitme demiştim sevgilim. Sen nefesini boşa harcadığınla,
bense beklediğimle kaldım. Keşke o çöpçüye direnip saklanmasydım kaldırımların
arasına. Keşke İzmirin en büyük çöplüğünde yok olsaydım. Beceremedik sevgilim,
senin nefesinde daireler halinde havaya karışıp sönmeyi ben de isterdim. Ama
olmadı. Affetme kendini.
26 Mart 2016 Cumartesi
13 Mart 2016 Pazar
Özgecan...
Güzel bir gün, uyandın. Yüzünü yıkadın,
su ılık, havlu yumuşak. 20 yaşındasın daha, belki de kalbini kırmış hayırsız
bir sevdiğin var ama aldırmıyorsun. Sana bakmaya kıyamayan, sevmeye doyamayan
ailenle kekik kokulu, huzur dolu bir kahvaltı ediyorsun. En sevdiğin giyisileri
üzerine geçirip çıkıyorsun sokağa. Belki okula, belki sinemaya, belki de sen
bile bilmiyorsun nereye gideceğini. Gençsin, kanın damarına fazla. Nefesine
ciğerin yetmiyor, öyle kıpır kıpırsın ki. Akşam vakti evin yolunu tutuyorsun,
belki yorulduğundan, belki de üşendiğinden, bir minibüse biniyorsun.
Duraklar ilerliyor, insanlar bir
bir azalıyor. Hayat işte, tek sen kalıyorsun minibüste. Bir de direksiyondaki
cibilyetine incir ağacı diktiğim herif kalıyor. Yol şaşıyor, gittiğiniz yol
sizin eve çıkmıyor. Silahsızsın işte, 20 yaşında bir kadının ne gibi bir silahı
olabilir ki? Bağırıyorsun. Fayda etmiyor. Yol bitiyor, belki de hiç bitmemesini
dilerdin ama bitiyor. Yolun neden şaştığı netleşiyor. Kocaman elleri, canavarlaşmış
gözleriyle üstüne üstüne geliyor darağacına su döktüğüm şerefsizi. Nasıl
direnilir bilmiyorsun. 20 yaşında bir kadın nerden bilsin direnmeyi.
Tırnaklarını geçiriyorsun. Tırnakların o şeref yoksununun etleriyle doluyor.
Ağlıyorsun, ağlamaktan daha iyi bildiğin bir acılanma şekli yok. Olsa kesin
öyle tepki verirdin ama yok. Öğrenmedin daha, 20 yaşında nasıl öğrenilir
acılanmak. Avazın çıktığınca bağırıyorsun. Avazın çıkıyor, tırnakların etle
doldu. Yok... Ne gelen, ne giden, ne sesini duyan yok işte.
İnsan acıya ne kadar direnir bilinmez ama sen 20 yaşında bir kadın
olarak haddinden fazla bile dayanıyorsun. Son nefesinde yaşanmamış ve yaşanması
daha da mümkün olmayacak güzel günleri veriyorsun. Ardından kıyametler kopacak,
bilmiyorsun.
Kadının ölüsüne-dirisine
tahammül edemeyen o şeref yoksunu, tırnaklarında kalan etlere göz koyuypr bu
kez. Derdi başka da olsa, derdi kendi kıçını kurtarmak da olsa, caniliğinden
asla ödün vermiyor ve ellerini kesiyor. Ulan 20 yaşındaki kadının ellerinden ne
istenir ki? O da yetmiyor, bedenine türlü işkenceler yapıp bedeninden ayırdığı ellerini ayrı yakıyor.
Yakıyor be, bildiğin cayır cayır ateşle yakıyor.
...............
Yazarken yüreğimdeki sızı elimi titretti. Yaşarken nasıl yandı canı kim
bilir. Kimse bilmez, 1 yıl geçti, kimsenin anlamaya da niyeti yok. Özgecan
Yasası dediler, hala yürürlükte değil. 1 yılda nice Özgecan'lar kayıp gittiler
elimizden. Biz ne yaptık? Çok sinirlendik, nefret ettik, kınadık, kadınıyla
erkeğiyle beraber sinirlendik ama küçümsemeyin. Sonra mı? Unuttuk.
''Unutturmayacağız!'' diye meydanları inletirken, unutturdular bize. Affetme
bizi Özgecan. Affetmeyin bizi Özgecanlar! Özellikle bizi, hemcinslerinizi
affetmeyin. Savunamadık, arayamadık hakkınızı.
Kaydol:
Yorumlar (Atom)
İyi Ki O Kuyuya İndim
Epey oldu yazmayalı. Hayatın akış hızı ışık hızını zorlayınca kalemim yetişemedi. Biçare bense mecburen akışa bıraktım kendimi. Mütevazi hay...
-
Epey oldu yazmayalı. Hayatın akış hızı ışık hızını zorlayınca kalemim yetişemedi. Biçare bense mecburen akışa bıraktım kendimi. Mütevazi hay...
-
İnsanlar ikiye ayrılır, kendi içinde. Bahsettiğim şey “insan ırkı içinde” değil, bir insan kendi içinde ikiye ayrılır yani. Biraz karışık ...
-
“Çok şükür aklımız başımızda.” Dedi annem gayr-ı ihtiyari. Annem için bu bir şükür sebebiydi. Öyle olunca “benimki kaçtı annecim” diyemedi...