Epey oldu yazmayalı. Hayatın akış hızı ışık hızını zorlayınca kalemim yetişemedi. Biçare bense mecburen akışa bıraktım kendimi. Mütevazi hayatımın şahit olduğu en mükemmel "mecburiyet", küçük kalbimin en şenlikli zamanlarına denk düştü. Böyle akışa nasıl bırakmaz insan kendini? Ellerimi kanatırcasına tuttuğum ipler, kalbim yokmuşçasına aldığım kararlar ve elbette asık yüzüm... Hepsini aynı anda, aynı umarsızlıkla bıraktım. Evvela indim bir kuyunun dibine.
Sonra bir el uzandı, oldukça güçlü ve hatta ilk etapta bir elden ziyade "pençe" gibi görünen bir el. Bir kuyuda olunca bütün eller pençe gibi görünür zaten. Uzunca bir süre sadece baktım. Baktıkça pençe silueti kayboldu, akça pakça pek de güçlü bir el kaldı geriye. Korkarak uzandım, korkarak ve ellerimin çirkinliğinden utanarak. Şefkatle tuttu. Hızla çekti kuyudan dışarı, bir kuş gibi süzülürcesine çıktım ben de.
Karanlık bir kuyudan gün ışığına çıktığınız ilk an gözlerinizi kapatırsınız, kör olmayasınız diye. Ben kapatmadım! O şahane elin sahibine baktım. Ve ömrümde ilk kez bir şiiri anladım : "Sana bakmak, bütün rastlantıları reddedip, bir mucizeyi anlamaktır.". Sonra derin bir nefes aldım, daha derin bir nefes alamadığıma üzülerek. Evrendeki tüm çiçeklerin kokusunu biliyor olsam yine aynı şeyi düşünürdüm, içime çektiğim en nadide koku buydu! Tüm hücrelerimde envai çeşit çiçek açtı.
Kalbim heyecandan ne yapacağını şaşırıp elime düştü, pıt diye. Bir süre kalbime baktım, elimde "güm-güm" atıyor, yerinde zıplıyordu. Bedenimse onsuz yaşamaya hemen alışmış olmalı ki herhangi bir aksaklık yaşamıyordu. Ben de yapılabilecek en iyi şeyi yaptım! Kalbimi O'na verdim. Anında bedenimde bir kalp belirdi, benimkinden bir hayli büyük. Tarihteki ilk organ takasını yapmıştık ama ikimiz de buna aldırmıyorduk.
O'nu ilk gördüğümde; saçlarım kısa, ellerim çirkin, kıyafetlerim siyah, gülüşüm sessizdi. Hayat hepsini sırasıyla almıştı benden. O'na bunu anlatıp üzmek istemedim. Ama o anladı. Saçlarıma dokundu, saçlarıma dünyanın en güzel, en narin canlısına dokunuyormuş gibi dokundu. Uzadı saçlarım. Ellerimi öptü, sevdi, sardı. Ellerim O'na dokundukça güzelleşti. Elinde bir palet dolusu boyayla dünyama girdi, kahkaham şenlendi, elbiselerim renklendi. Benim bile farkında olmadığım yaralarıma şifa oldu.
Karanlık bir kuyudayken, oradan çıkma ihtimalim bile aklıma gelmemişti. Oysa ben oradan çıktım, hem de çıkabileceğim en güzel şekilde... Dünyada "cennet" diye bir yer varmış, gördüm. Hayatta hep kötü şeyler olmazmış, benim yolum da güzel bir yere çıkarmış, bildim. Bir el, bir başka eli tuttuğunda güçlenirmiş, yaşadım. Bir kalp, bir başka bedende yeşerirmiş, yeşerdim.
Şimdi benim hayatımı orta yerinden ikiye bölen ve ondan öncesini hatırlamadığım o elin heybetli sahibinin doğum günü. Dünyanın bütün iyiliklerini kalbinde toplamış, benim olduğuna hala inanamadığım sevgilim... Doğum günün kutlu olsun. Seni sonsuza dek katlanarak artan bir aşkla seveceğim. Dünyaya bir milyon kez daha gelsem yine seninle evlenirim. İyi ki benimlesin.

