4 Nisan 2017 Salı

Hiç Kere Hep

Hiç vazgeçmedim, sesimin çıktığı kadar bağırıp, yüreğimin yettiği yere kadar sevmekten.
Hiç pişman olmadım, içimdeki küçük kızın “yap!” dediğini yapmaktan.
Hiç korkmadım, çekip gitmelerden, çekip gidenlerden.
Hiç inanmadım, yalnızca tek bir ihtimalin olduğuna.
Hiç sevmedim, ruhuma çamur sürmeye çalışan insanları.

Hiç yenilmedim dediğimde, hep yenildim.

Hep inandım, elimi sol kaburgamın üzerine koyduğumda avucumun içinde hissettiğim ritme.
Hep savaştım, oldurmak için didindiğim “olmaz”larla.
Hep kırıldım, en kırılmaz dediğim uzuvlarımdan.
Hep kazandım, kaybetmeye en yakın olduğum noktada.
Hep ağladım, kahkahalarımın arasında.

Hep aynı kaldım sandığımda, kendimden hiç kalmadığını gördüm.

Hiç kere hep, hep kere hiç.

Bir kısır döngü oldum, dönüp dolaşım kendime geldim. En iyi ben yenildim, en ,iyi ben vazgeçtim, en güzel ben ağladım, en şen kahkahaya ben ses verdim.

Düştümse, kalbimin ritmine uyduramadığım ayaklarımın birbirine dolanması yüzünden düştüm. Kalktımsa kendi kendime “ hadi kızım!” diye diye kalktım.

Baktım kendime, yara bere içinde ama gözünün içindeki güneşle, dimdik. Üstelik yaşamaya her seferinde, inadına, daha hevesli.

Öptüm yaralarımı, dokundum, bir günlük tutar gibi yazdım hepsinin üstüne- sen dedim; adın “hayal kırıklığı”, sen dedim; adın “başarısızlık”- mıh gibi aklımda kalan en keskin hatırasını. Bir tutam naftalin bastım, dur dedim orda “kokladıkça hatırlayacağım seni.” .

Aldım içindeki güneşle bir gözlerimi karşıma. Dedim “ ey gözüme kaçan güneş, senin adın aşk! Yaşama aşkı! Hep kal, hiç terk etme beni. “. Uzanıp kendi gözlerimden öptüm sonra, bir tutam lavanta sürdüm bakışlarıma. Parladıkça var olacağım, lavanta kokacağım.

Hiç kere hep, hep kere hiç.


Kendim kere kendim...

3 Ocak 2017 Salı

İçimdeki İçim

İçimde küçük bir kız çocuğuyla yaşıyorum.  Hayır onu yemedim. O beni doğurdu.

Sadece gözlerimi kapattığımda görebiliyorum onun çilli yanaklarını, sadece gözlerimi kapattığımda duyabiliyorum eksik dişlerinin arasından çıkan gülüş seslerini.

Arada bir kulağıma sizin duymadığınız şakalar yapıyor, bazen  gıdıklıyor beni hınzırca. Durduk yere gülüşlerim, onun yüzünden.

Hele omuzlarım düşecek gibi oldu mu hemen yetişiyor imdadıma. Kalbime sarılıyor, sıcacık oluyorum.

Sadece ikimizin bildiği bir masalı her gece ben uyurken bana anlatıyor. Ben masalın sonuna hiç yetişemiyorum, o ise her gece baştan başlayıp anlatmaktan usanmıyor.

Ağlarsam, en çok onun gözleri kızarıyor. Bazen ben susuyorum, o ağlamaya devam ediyor.

Kızıp küstüklerimi unutmamam için “kara kaplı defter” ine not edip sonra defteri nereye koyduğunu unutuyor. Buna birlikte gülüyoruz, o yine gelip kalbime sarılıyor.

Yaramaz, neşeli, büyümeye hiç niyeti olmayan bir kız çocuğu. Kaç yaşında bilmiyorum. “Çocuk yaşta” işte. Henüz hiç kırılmamış, ağzının kenarında az önce yediği salçalı ekmekten kalma salça lekesiyle ve çok çikolata yemekten çürümüş dişleriyle tam anlamıyla “çocuk yaşta”.

Siz fark etmiyorsunuz ama biz bazen sohbet ediyoruz. Kendimden daha çok güvenirim ona.  Tüm kararlarımı ona danışarak alırım. Gözlerimi kapatırım-bu hareket ona ihtiyacım olduğunu ifade eder- ellerimi çenemin altında birleştirir en dürüst ve en düz cümlelerle anlatırım durumu. Çok düşünmez, 3 saniye. Sadece 3 saniyede ve bir çocuk doğallığında söyler fikrini. Hiçbir zaman onu dinlediğim için pişman olmadım, aksine tüm pişmanlıklarım ona sormadan aldığım kararlarımdan doğdu.

“Yaş almanın” büyüsüne kapılıp onu yok saydığım hatta onu susturmak için “sen ne anlarsın” diyerek azarladığım oldu. Önceleri küstü sandım. Çocuk işte, küser dedim. Meğer küsmemiş, bir gün onu anlayacağımdan ve arayacağımdan öyle eminmiş ki, bir köşede gözlerimi kapatıp ellerimi çenemin altında birleştirmemi beklemiş. Öyle bir sarıldı ki kalbime, kendimi hiç bu kadar sahiplenilmiş hissetmemiştim. Ve hiç bu kadar ait olduğum yerde, kendimde.

Bırakmadım bir daha, bırakmam da artık.

Siz de bulun, içinizde bir köşede oturmuş küçük çocukları. Bir kere olsun dinleyin; anlattıkları masalı, gülüş seslerini, “hadi” dedikleri anları.

İzin verin, kalbinize sarılmalarına.

İyi Ki O Kuyuya İndim

Epey oldu yazmayalı. Hayatın akış hızı ışık hızını zorlayınca kalemim yetişemedi. Biçare bense mecburen akışa bıraktım kendimi. Mütevazi hay...