Hiç vazgeçmedim, sesimin çıktığı kadar bağırıp, yüreğimin
yettiği yere kadar sevmekten.
Hiç pişman olmadım, içimdeki küçük kızın “yap!” dediğini yapmaktan.
Hiç korkmadım, çekip gitmelerden, çekip gidenlerden.
Hiç inanmadım, yalnızca tek bir ihtimalin olduğuna.
Hiç sevmedim, ruhuma çamur sürmeye çalışan insanları.
Hiç yenilmedim dediğimde, hep yenildim.
Hep inandım, elimi sol kaburgamın üzerine koyduğumda
avucumun içinde hissettiğim ritme.
Hep savaştım, oldurmak için didindiğim “olmaz”larla.
Hep kırıldım, en kırılmaz dediğim uzuvlarımdan.
Hep kazandım, kaybetmeye en yakın olduğum noktada.
Hep ağladım, kahkahalarımın arasında.
Hep aynı kaldım sandığımda, kendimden hiç kalmadığını
gördüm.
Hiç kere hep, hep kere hiç.
Bir kısır döngü oldum, dönüp dolaşım kendime geldim. En iyi
ben yenildim, en ,iyi ben vazgeçtim, en güzel ben ağladım, en şen kahkahaya ben
ses verdim.
Düştümse, kalbimin ritmine uyduramadığım ayaklarımın
birbirine dolanması yüzünden düştüm. Kalktımsa kendi kendime “ hadi kızım!”
diye diye kalktım.
Baktım kendime, yara bere içinde ama gözünün içindeki
güneşle, dimdik. Üstelik yaşamaya her seferinde, inadına, daha hevesli.
Öptüm yaralarımı,
dokundum, bir günlük tutar gibi yazdım hepsinin üstüne- sen dedim; adın “hayal
kırıklığı”, sen dedim; adın “başarısızlık”- mıh gibi aklımda kalan en keskin
hatırasını. Bir tutam naftalin bastım, dur dedim orda “kokladıkça
hatırlayacağım seni.” .
Aldım içindeki güneşle bir gözlerimi karşıma. Dedim “ ey
gözüme kaçan güneş, senin adın aşk! Yaşama aşkı! Hep kal, hiç terk etme beni. “.
Uzanıp kendi gözlerimden öptüm sonra, bir tutam lavanta sürdüm bakışlarıma. Parladıkça
var olacağım, lavanta kokacağım.
Hiç kere hep, hep kere hiç.
Kendim kere kendim...